LONDRA

NY'dan dönüş yolundayız. Bu sefer Londra Heathrow havaalanı'ndan çıkmayı başaracağız. Tatilin ikinci bölümü bu. 5 gün Londra'da kalacağız.




Şehrin biraz dışında, metro istasyonunun hemen önünde bir otel ayarladık. ( holiday inn express park royal -80£-kah dahil). Akşam 21.00 gibi Londra vardığımızdan bir çocuk ve bavullarla risk almak istemedik. Bizi peşine takan bir Pakistanlı korsan taksici amcanın taksisine bindik. (20£). (Böylece hiç risk almamış olduk :)


 
Fotoğraf

 
Bu sefer saat farkına yavaş yavaş alışacağız. Sabah normal bir saatte uyandık. Kahvaltı sonrası yollara düştük. Otelin hemen arkası metro istasyonu... Buradan metro + otobüs ulaşımını kapsayan Oyster Card aldık. (1 haftalık: ). Bu kartla ilgili tüm bilgi metro istasyonlarında asılı oluyor ). Metro istasyonu çiçek bahçesi gibi. Bir sürü fotoğraf çekiliyoruz


 


Gittiğimiz her ülkeyle ilgili görmek istediğim, hayal ettiğim bir yer olur muhakkak. Londra için bu nokta: British Museum'du. Gezilecek ilk yer olarak da burayı seçtik





Londra oldukça pahalı bir kent olmasına rağmen çoğu müzenin bedava olması harika bir şey. Gezi bütçeniz dengeleniyor böylece. (British museum giriş: bedava)







Amerika'dan Mısır'a, Antik Yunan'dan Roma'ya.. dünyanın dört bir yanında ne varsa bu müzeye toplanmış sanki. Her oda ayrı gösterişli, ayrı keyifli. Mısır'da mumya görmek için sıra beklemiştik. Burada sıradan bir obje gibi kenarda duruyor. Ondan daha meşhuru kendi gibi mumyalanan kedisi...





















Bizden gidenler neler diye merak ederseniz ... Dünyanın yedi harikasından biri olan Bodrum'daki Mousoleum'un önemli bir parçası, Maussolus ve karısı Artemis'in heykelleri...





British Museum'da 3 saat kadar vakit geçirdik. Çıktığımızda karnımız acıkmıştı. Fish and Chips yiyecek güzel bir yerler aramaya başladık. Biraz da hediyelik eşya baktık




Hava genelde kapalı olmasına rağmen kırmızı telefon kulübeleri, rengarenk çiçekli publar ve yemyeşil parklar, bu şehre ayrı bir renk katıyor. İnsanın içindeki kasveti ortadan kaldırıyor




 
 
Burada da yollar bize dayanmadı. Kendimizi Covent Garden'da bulduk. Burası eskiden sebze-meyve pazarı olan bir yer. Şimdi ise çeşitli sokak gösterilerinin yapıldığı, yeme içme mekanları olan sevimli turistik bir alan.  Yemeğimizi de burada yedik.  (artık açlık başımıza vurmaya başlamıştı)
 
 



Covent Garden gezisinden sonra, Londra'nın alışveriş caddesi olan Oxford street'e gitmek için metromuza atladık. Bu arada şunu da söyleyeyim: Londra'da otobüse binmek çok kolay. Duraklarda hangi numaralı otobüsün geçtiği ve güzergahları çok net bir şekilde belirtilmiş. Biz daha sonraki günlerde genellikle otobüsü tercih ettik
 
 
 


Oxford Street'te bildiğiniz ve bilmediğiniz ( ya da benim bilmediğim) bir çok mağaza var. Fiyatlar Türkiye'ye göre yüksek. Bir de burası bizim İstiklal caddesi gibi. İğne atsan yere düşmüyor. Biz de dostlar alışverişte görsün diyoruz ve sosyetik Liberty mağazası ve oyuncakcı Hamleys'i geziyoruz.
 
 
 


Akşam yemeği atıştırmalarımızı yapıp otelimize dönüyoruz.
 
 

Yeni günde yeni rotamız, Londra'nın en bilinen turistik noktaları. İlk durağımız, Parlamento binası ve Big ben saat kulesi... Parlamento binası, yaklaşık 1000 yıl önce inşa edilen Westminister Sarayı imiş. Bu bölge aslında Parlamento meydanı olarak biliniyor: Parlamento binası, Westminster kilisesi ve meydanın kuzeyindeki başbakanlık konutu (Downing street no.10- Sokak dahil ziyarete kapalı)
 Parlamento binasının bir kısmı ziyarete açık; ama biz dışardan bakmakla yetindik




Big Ben, Londra'nın simgelerinden...Westminster Sarayı'nın saat kulesi... Kulenin adı, 14 farklı ses çıkarabilen çanın yapıldığı yıllarda saat kulesi komisyonunun başkanı (!) Sir Benjamin Hall'dan gelmekteymiş.
 
 

Westminster Sarayı'nın bir parçası olan Westminster Kilisesi, Lady Diana'nın cenaze töreni ve Prens William ile Kate Middleton'un nikah töreni ile aklımıza kazınan bir gezi noktası...


Ben burayı daha çok merak ettiğim için Ege ile ikimiz kiliseyi gezdik. Ziko, 13 £'u başka yerde harcarım diyerek bize katılmadı :).. İçeride fotoğraf çekmek yasak. Özellikle içerideki kral mezarları oldukça ilgi çekici... (giriş: 13£ / 8£ çocuk)



Westminister gezisi sonrası, Thames nehrinin kenarından otobüse bineceğiz. Buradan biraz London Eye'ı seyrediyoruz. Daha açık bir havada Londra manzarası kesinlikle güzeldir en tepesinden...




Sırada savaş müzesi var. Otobüsle 10 dk'da varıyoruz. Burası Ege için programa dahil olsa da Ziko'nun da oldukça ilgisini çekti :)



 I. ve II. dünya savasında kullanılan silahlar, uçaklar, hikayeler, halkın ve askerlerin dramı... Ayrıca Çanakkale savaşı ile ilgili de bir köşe bulunuyor. (giriş: ücretsiz)


 
 
 
 
Biz bu şehirde otobüse binmeyi çok sevdik. Yorulunca atla bir otobüse çevreyi seyrede seyrede turistik bir noktaya çıkıyorsun zaten. Bu seferki otobüs maceramız bizi yine meşhur bir kiliseye, St. Paul Katedrali'ne çıkardı.
 
 
 
 
Westminister Abbey ne kadar kraliyete aitse, St. Paul Katedrali o kadar halka ait diyor Londra anlatan kitaplar. O nedenle herhalde halkın prensesi Diana burada evlenmeyi istedi.
 
 
 
 
Her zaman bu kadını çok sevdim. Belki acıklı hikayesi, sevgisiz yaşamı bana çekici gelmiştir. Öldüğünde tüm cenaze törenini seyretmiştim. Evlenirken onun çıktığı merdivenlerde şimdi benim küçük prensim bir kuş peşinde koşuyor
 
 

Burası AKM gibi buluşma noktası galiba. Gittikçe kalabalıklaşıyor. St. Paul'ün karşısındaki pizzacıda pizzalarımızı götürüp tekrar otobüse binip başladığımız yere dönüyoruz. Thames nehri kenarına... Bu sefer London Eye'ı yakından göreceğiz.

 
 
Burada yürüyüş çok keyifli. Sokak şovları, hediyelik eşyacılar, kay kay yapan çocuklar, kafeler... Hava da şansımıza kapalı olsa da hiç yağmur yağmadı. Hava güzel olsa da ve Ege çok istese de London Eye'a binmedik.
 
 

Tarihi binalar ve köprüler, ayrı bir manzara oluşturuyor. Onları fotoğraflamak da  inanılmaz keyifli


Parlamento binasının karşısına kadar yürüyoruz. Hava artık hem kararmaya hem de soğumaya başladı. Yemeklerimizi alıp sıcacık otelimize dönme vakti. Çocuklu tatil, hava kararınca biter :)
 
 
 
 
Londra'daki 3. günümüz. Şehrin biraz daha uzak bir noktasına, Tower of London'a gidiyoruz



Bu kule kompleksi, 1078 yılında I. William zamanında yapılmış ve zamanla eklemeler olmuş. Burası tarih boyunca daha çok kraliyet ailelerinin ve asillerinin hapis cezaları ve idamlarıyla anılmıştır


Bu kulenin en güzel yeri olan "Tower Green", VIII. Henry'nin eşleri Katrine Howard ve meşhur Anne Boleyn'in idamına sahne olmuş


III. Richard tarafından öldürtülen küçük prenslerin acı hikayesini anlatan "Bloody Tower" ve suçluların kuleye getirildiği "Hainler kapısı" diğer gezilesi yerlerinden



İngiltere kraliyetine ait taçlar (II. Elizabeth'inkiler dahil) burada özel bir bölümde sergileniyor. Fotoğraf çekmek yasak tabi ki.Saat başı kapıda nöbet değişimi yapılıyor


Kraliyetteki bir efsaneye göre kuzgunlar kuleyi bırakıp giderlerse, kraliyetin çökeceğine inanılırmış. Bugün hala burada 7 kuzguna özenle bakılmaktaymış.


Kalan diğer kulelerde de O döneme ait kraliyet eşyaları ve silahları sergilenmekte  (Bu da VIII. Henry'nin savaş kostümü. Nerede gerçek Henry nerede Tudors'daki Henry )

  
 
 
Tower of London'ın çıkışında, Thames nehri ve Londra'nın diğer bir simgesi olan Tower Bridge karşılıyor bizi. Köprü ziyaretçilere açık. Biz vakit ayırmadık ama şansımıza asma köprünün açılma saatine denk geldik. (Asma köprünün açılma-kapanma saatleri için: (http://www.towerbridge.co.uk/)




Tarih gezimizi sonlandırıp şehir merkezinde fish and chips'e veriyoruz kendimizi. Biraz alışveriş sonrası da doğru otele... Artık yavaş yavaş yorulmaya başladık.



4. gün gezimizi kraliyet ailesine ayırdık. Sabah kahvaltı sonrası Buckingham Sarayı'na nöbet değişimine yetişeceğiz. (Her sabah saat 11.00). Kalabalık gittikçe artıyor. Herkes birbirini itmeye başlıyor. Zannedersiniz ki kraliçe gelecek. Ege'ye önlerde yer buluyoruz. Makinayı da onun eline veriyorum


Bir süre sonra atlı askerler ve ayı postu şapkalı muhafızlar görünüyorlar



Bu seramoninin ya askerlerin geldiği kısmını ya da sarayın içine girip asker değişimi yaptıklarını görebiliyorsun. Ona göre yer almak lazım yoksa bu kalabalıkta yer değiştirmek mümkün değil. Biz saray içindeki gösteriyi göremedik bu nedenle... Aslında benim tüm bu seramoniden çok etraftaki atlı polisler ilgimi çekti. Güvenliği ve düzeni sağlamada oldukça başarılılar...


Kalabalık dağılana kadar sarayın karşısındaki Green Park'ta birşeyler yiyip vakit geçirdik. Şansımıza hava o kadar güzel ki...


Kalabalık dağıldıktan sonra sarayı daha yakından görmek için tekrar sarayın önüne döndük. Sarayın bir kısmı ziyaretçilere açık. Biz oradayken Kate Middleton'un gelinliği sergileniyordu sarayda. Biz içeri girmedik. Girmek isteyenler için bilgi: (yaz aylarında 9.30-16.30 : 16£ / kişi)


Benim gözüm sarayın meşhur balkonunda... Kraliyet düğünlerinin geleneksel öpüşme pozlarının verildiği yerde, ama beklediğimden daha küçük geldi bana. Evde TV'den daha ihtişamlı duruyordu





Buckingham Sarayı'ndan kısa bir yürüyüşle St. James Sarayı'na geldik. Burası Prens Charles'ın resmi konutu... Charles'ı göremedik ama Buckingham Sarayı'ndan gelen askerler, nöbet değişimini burada da gerçekleştırdiler. Biz de kalabalık olmadan bu gösteriyi seyredebildik.



Daha önce bahsettiğim gibi bugünkü gezinin amacı, kraliyet sarayları... En sona Lady Diana'yı bıraktım... Buradan Kensington Sarayı'na gidiyoruz.


Burası Lady Diana'nın ölene kadar kullandığı konutu. Öldüğünde evinin önünü çiçek bahçesine çevirmişti İngilizler. Şimdi hala resimler ve çiçeklerle süslenmiş durumda...



Kensington Sarayı, artık Kate - William çiftinin evi olarak kullanılacakmış. O gün için hala sarayın bir kısmı müze olarak kullanıma açıktı. Biz içini gezmedik; fakat sarayın Lady Diana tarafından yaptırılan harika bahçesini fotoğrafladık


Kensington Sarayı, Kensington bahçenin içerisinde yer alıyor. Bence insanların Londra'yı sevmelerinin en büyük nedenlerinden biri bu kraliyet bahçeleri. Bu kocaman yeşillik alanlarda insanlar, uyuyor, yemek yiyor, çocuklar oyun oynuyor. İnanın burada tatilimin çoğunu geçirebilirdim


Londra'da ilk kez gördüğüm bisiklet kiralama sistemi çok hoşuma gitti. Kullanacağın süre kadar parayı parkmatiğe atıyorsun. Daha sonra şehrin bir yerine aynı şekilde bisikleti park ediyorsun. Sadece şu parkta dolaşmak için bile çok keyifli. (Türkiye'de bunu anlattığım herkes, bisikletleri çalmıyorlar mı diye sordu. Doğru, belki de çalınıyordur bilemem, ama bizim milletin aklına neden hemen bu çalma, yürütme konuları ilk önce geliyor ? )


Sarayın bulunduğu Kensington, çok güzel bir semt. Biraz ara sokaklarında gezinip, bir şeyler yiyoruz. Buradan da doğru otelimize ...


Londra'daki 5. ve son günümüz. Bugün İstanbul'a dönüş var. Uçak 17.30'da olduğu için yakın yerlere gitmeye karar veriyoruz


"Notting Hill", Ziko ile ikimizin en çok sevdiği filmlerden. Çok vaktimizde yok, bilgimizde.. Filmle ilgili pek bir şey bulamayıp sokaklarında dolaşıp alışveriş yapıyoruz


Kalan kısa süremizi de NY'da da benzerini gezdiğimiz "Natural History Museum"a gidiyoruz


Burası tarihi binası itibariyle de NY'a göre daha görkemli geldi bana. Keşke kısa zamanımız olmasa.. Görebildiğimiz kadar çok dinazor ve nesli tükenmiş devasa hayvanları görüp çıkıyoruz



Londra, başka bir şehir. Keyifli, kalabalık, tarihi... Ne ararsan bulabileceğin bir şehir. Gezdiğimiz hava da kasvetli olmayınca her yer cıvıl cıvıldı. 5 güne gezilecek yerler,in yarısını sığdıramadık. Yapacak ve görecek daha çok şey var.. Tekrar geleceğiz













Hiç yorum yok:

Yorum Gönder